Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, 15 Temmuz Derneğince, İstanbul Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlenen “8. Uluslararası 15 Temmuz Sempozyumu ’15 Temmuz’dan Gazze’ye Direniş'” programına katıldı.
Burada konuşan Tekin, Türkiye’deki yerleşik vesayetçi geleneğin ürettiği darbe ve darbe girişimlerinden bütünüyle farklı bir seyir içinde gelişen ve halkın topyekun direnişi karşısında akim kalan 15 Temmuz kalkışması ile Filistin’de süregelen işgal, zulüm ve soykırım politikaları arasında gerek aktörlerin benzerliği bakımından gerekse uygulama ve hedeflerin ortaklığı açısından büyük benzerlik olduğuna inandığını söyledi.
15 Temmuz ve Gazze’deki direniş ruhunun evrensel özünden bahseden Tekin, evrensel özün her dönemin kendine özgü karakteri içinde açığa çıktığını ancak aynı ilke ve esaslar üzerinde yükseldiğini, evrenselliğinin herhangi bir zamana hasredilememesiyle, özünün ise dünyadaki varlığı ve misyonuyla yani kimliğiyle ilgili olduğunu belirtti.
O kimliği, “her koşulda iyiliği emreden bir itaat bilinci ve kötülükten sakındıran bir isyan ahlakı, kimden gelirse gelsin haksızlık karşısında kıyama kalkan ve nerede olursa olsun hakikate koşulsuzca teslim olan” şeklinde tanımlayan Tekin, sözlerine şöyle devam etti:
“Haçlı Savaşları’ndan Çanakkale’ye, 15 Temmuz’dan Gazze’ye dek uzanan mücadele ruhunun hepsi aynı evrensel özden neşet etmiş, aynı motivasyondan beslenmiş ve aynı kötülük odağına karşı direnmiştir. Peki ama aktörler, koşullar, mekânlar, hasılı her şey değişmesine karşın nasıl oluyor da bu evrensel öz hep aynı kalabiliyor? Tam bu noktada zaman mefhumuyla kimlik olgusu arasındaki ilişkinin karmaşık niteliğine odaklanmak, bireysel ve toplumsal varlığımızı temellendiren tarihsel, coğrafi ve kültürel kodlarımızın özümsenme sürecine değinmek istiyorum.”
Zaman mefhumunun, insanın yalnızca bireysel olarak deneyimlediği anların toplamından ibaret subjektif ve soyut bir içerik olmadığını vurgulayan Tekin, bu mefhumun belirli bir topluma, o toplumun tarihsel bakiyesini de içeren güncel haline ve gelecek vizyonuna ilişkin olgusal ve objektif bir hüviyet taşıdığını söylemenin mümkün olduğunu belirtti.
“İslam medeniyeti zengin bir müktesebata haizdir”
Esasında tekil bir insanın bireysel yazgısına verili olan gerçekliğin öznel ya da subjektif nitelikli temaşasının da o insanın ait olduğu toplumsal, kültürel ve coğrafi ünitenin zamansal bütünlüğü, yani zaman içinde karakterize olmuş objektif hakikati içinde gerçekleştiğini anlatan Tekin, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“O hakikat, asırlara sari bir müktesebatın kuşatıcılığı içinde ve çoğunlukla anonim olarak özümsenen bir geçmiş bilinci, bu bilincin dolayımında şekillenen bir şimdilik-kendilik algısı ve bunlara dayalı olarak yükselen bir gelecek perspektifidir. Kadim insanlık tarihini inşa eden büyük medeniyetlerin müntesibi olan toplumların yalnızca içinde bulundukları çağın ya da dönemin kendine özgü niteliklerine göre izah edilmesi mümkün değildir. Zira bu tür toplumlar, insanlık tarihinin rutin akışı içinde kendiliğinden boy gösteren pasif bir zamansallığı değil, ait oldukları medeniyet ikliminin zengin müktesebatını ve geleneğini taşıyan aktif ve bilinçli bir tarihselliği temsil ederler.”
Bakan Tekin, bu nedenle, söz konusu toplumların aktüel zamanın genel eğilim ve kabullerine kolayca biat eden kitlesel bir refleksle hareket etmediklerini, aksine onları aşmaya, değiştirmeye ve onlara meydan okumaya dönük kolektif bilinç ile mukavemet ettiklerini belirtti.
Bu noktada İslam medeniyetine vurgu yapan Tekin, “İslam medeniyeti, insanlığın baki kurtuluşu esasına göre işleyen evrensel bir yönelim olarak tarihin başlangıcından beri süregelen zengin bir müktesebata haizdir. Bu müktesebat, her ne kadar değişik dönemlerde farklı isimlerle anılmış olsa da ontolojik kaynağı ve epistemolojik temelleri bakımından ortak ilke ve değerleri yansıtmakta, aktüel görünürlüğü ile ait olduğu zamana ve toplumlara, içerdiği mesaj itibarıyla ise tüm zamanlara ve insanlığa hitap etmektedir. ” dedi.
“Emperyal ülkelerin sömürü düzeni, milyonlarca insanın ölümüne neden olabilmektedir”
Tekin, insan hak ve onurunu en mükemmel şekilde tesis ve temsil edebilmenin yolunun, yalnızca adaletin tüm yönleriyle ve tüm yaşam alanlarını kapsayacak biçimde teşekkül etmesinden geçtiğini kaydetti.
Adaletin, bir bakıma hak ve sorumluluk diyalektiği olduğunu ve yekdiğerine karşı sahip olunan haklar ile yekdiğerine karşı hissedilen sorumluluk arasındaki dengeyi oluşturduğunu aktaran Tekin, İslam medeniyetinin bu dengenin hangi ilke ve değerler doğrultusunda oluşması gerektiğini hem normatif düzeyde ortaya koyduğunu hem de pratikte gösterdiğini ifade etti.
İslam dünyasının bugün içinde bulunduğu ahval ve şeraitin, kendi medeniyetinin salık verdiği bu ilke ve değerleri yaşamak ve yaşatmaktan uzak olduğunu belirten Tekin, şöyle konuştu:
“İslam dünyasının görece geri kalmışlığından kaynaklanan bu uzaklığın yol açtığı trajedilerin maliyetini ise yalnızca Müslüman toplumlar değil, yeryüzündeki tüm mazlum coğrafyalar ödemektedir. Askeri, sınai ve ekonomik gücü elinde bulunduran emperyal ülkelerin küresel düzeyde kurdukları sömürü düzeni, kendi devamlılıklarını sağlamak için ihtiyaç duyduğu mekanizmaları hiçbir ahlaki kaygı ile kayıtlı olmaksızın devreye sokabilmekte, yer altı ve yer üstü zenginliklerine ulaşmak için başka coğrafyaları talan edebilmekte, Suriye, Afganistan, Gazze gibi birçok coğrafyada milyonlarca insanın ölümüne, evsiz kalmasına ve kitlesel göç hareketlerine neden olabilmektedir.”
“Dünya beşten büyüktür!” sözü küresel sömürü düzenine meydan okuma
Tekin, dünya barışını ve güvenliğini tesis etmek için kurulan BM’nin, küresel dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda yöneten ve yönlendiren beş ülkenin vesayeti altında bulunduğuna işaret etti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Dünya, beşten büyüktür!” sözünü anımsatan Tekin, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bu söz, son derece önemli bir tespiti yansıtmakta, küresel sömürü düzenine yönelik büyük bir meydan okumayı içermektedir. Bu söz, İslam dünyasının kendi medeniyet değerleriyle arasındaki mesafenin yol açtığı trajedilerin son bulmasına dönük güçlü bir çağrıdır. Türkiye bugün, müntesibi olduğu zengin medeniyetten ve tevarüs ettiği kadim geçmişinden aldığı ilham ve güçle küresel sömürü düzenine başkaldırmakta, daha adil ve daha özgür bir dünyanın inşası için tüm dünya mağdurları ve mazlumları adına mücadele bayrağını yükseltmektedir. Şüphesiz ki bu, güç ve çetin bir mücadeledir.”
Tekin, Türkiye’nin gücüne vurgu yaparak, “Türkiye, son yıllardaki siyasal, bilimsel ve teknolojik atılımlarıyla birlikte, iki asrı aşkın süredir devam edegelen modernleşme süreci boyunca kendisine dayatılan edilgen pozisyonu geride bırakmış, ait olduğu medeniyet ikliminin adalet merkezli ilke ve değerlerinin aktif, bilinçli ve güçlü temsilcisi olma vasfını yeniden kazanmıştır.” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önderliğinde, dünya mazlumlarının sesi olmak noktasında atılan adımları da adalet ilkesinin geleneklerindeki pratiğinin bir yansıması olarak okumak gerektiğini vurgulayan Tekin, bu geleneğe Erdoğan’ın onurlu sahip çıkışının tüm dünyaya ve ortak değerlere ayar vermeye çalışan hegemonik yapının çıkarlarına zarar verdiğini vurguladı.
AK Parti İstanbul Milletvekili Hasan Turan ile 15 Temmuz Derneği Başkanı İsmail Hakkı Turunç’un da katıldığı sempozyumda, “Filistin Meselesinin Tarihî ve Siyasi Kökenleri” ve Yeni Sömürgeciliğe Karşı Filistin Direnişi” oturumları düzenlendi.