Türkiye’nin kangren halini almış toplumsal sorunlarından en önemlisinin çözümünü tartıştığımız şu günlerde, kendimizi birden bire CHP ve ırkçılık tartışması yaparken bulduk. Tartışmanın teorik açıdan ve tarihsel pratik açısından tutarlılığı bir yana, zamanlaması oldukça önemli. Tartışmaya konu olan cümlelerin sahibi sosyal bilimler alanında bir akademisyen. Gerek yayınlarıyla ve gerekse diğer çalışmalarıyla akademik camiada da CHP’liliği ile bilinen oldukça tecrübeli bir isim. Kaldı ki yaptığı konuşmanın bir gaf ya da yanlışlık olmadığı bilakis bilinçli bir şekilde sarf edildiği de akabinde yaptığı açıklamalardan anlaşıldı. Kuşkusuz, bir parlamenterin, bir akademisyenin kişisel görüşlerini ifade etmesinden daha doğal hiçbir şey olamaz. Mükerreren olacak belki ama benim takıldığım nokta bir siyasetçi için, bir akademisyen için bu kadar temel bir önermenin ifade edilmesindeki zamanlama.
BİRBİRİNE YAKIN İKİ PARTİ
Siyasi partiler arasında cumhuriyet tarihinin en büyük uzlaşmalarından birisi sessiz sedasız gerçekleşmek üzere. İmralı görüşmeleri ile başlayıp terör sorununu nihayete erdireceğini varsaydığımız sürece ilişkin siyasi partilerin tavırlarından bahsediyoruz. Bu süreçte özellikle ana muhalefet partisi olması hasebiyle CHP’nin ve sorunun çözümü için önemli bir işlev üstlenebileceği varsayılan BDP’nin kullandığı pozitif dil böyle bir uzlaşma konusunda genel olarak herkesi heyecanlandırdı. Tam bu uzlaşmanın tadını çıkarmaya hazırlanırken, CHP içinde ırkçılık tartışmalarının fitili ateşlendi ve bir anda olası bir uzlaşma beklentisinin hevesi adeta kursağımızda kaldı.
Aslında başta Kürt sorunu olmak üzere birçok konuda CHP ile BDP arasında politik yakınlık kurulabileceğini iddia etmek bir kâhinlik falan değil. Böyle düşünmemiz için çokça argümana sahibiz. CHP liderinin etnik ve dini aidiyetinden iki parti arasındaki siyasetçi geçişkenliğine kadar birçok örnek sunulabilir.
Mesela BDP çatısı altında siyaset yapan geleneğin ilk partisi olan ve Fehmi Işıklar başkanlığında kurulan Halkın Emek Partisi (HEP), 1980 darbesi sonrasında kapatılan CHP’nin boşluğunu doldurmak üzere Erdal İnönü’nün başkanlığında kurulup daha sonra SHP alını alan partiden ayrılarak kurulmuştur. Sonrasında da adı geçen iki parti 20 Ekim 1991 seçimlerine aynı listede ve seçim ittifakı yaparak katılmıştır.
BDP OLMASAYDI
Yine bu minvalde bir örnek olmak üzere ve BDP ile CHP arasındaki politik yakınlığın düzeyini ölçmek üzere kendimize şu soruyu sorabiliriz: ‘Bugün BDP’de siyaset yapan isimler, eğer BDP olmasaydı hangi partide siyaset yapıyor olurlardı acaba?’ Bu soruya yanıt vermek için kahin olmaya gerek yok. Büyük çoğunluğunun siyasi parti olarak adreslerinin CHP olacağı açık. Küçük bir hatırlatmada bulunmak babından olmak üzere, Murat Bozlak, Ahmet Türk, Leyla Zana, Sırrı Sakık ve Hasip Kaplan gibi isimlerin daha önce SODEP-SHP-CHP çizgisinde siyaset yaptıklarını söylemek yararlı olabilir. Biraz genişletici bir yorumla, sol gelenekten gelmeleri hasebiyle Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder gibi isimleri de bu listeye dâhil edebiliriz. Görece genç bir gruba sahip BDP sıralarında oturan milletvekillerinin önemli kısmının da, yaşları elverseydi, daha önce aynı çizgide siyaset yapmış olacaklarını tahmin etmek güç değil. Bir adım daha ileri gidiyorum, eğer konjonktürel koşullar BDP gibi bir siyasi partiyi doğurmasaydı muhtemelen bugün Kemal Kılıçdaroğlu’nun grup toplantısında alkış tutuyor olacaklardı. Aynı tahminleri tersinden, yani CHP grubu üzerinden de yürütmek mümkün. Hüseyin Aygün ile başlayıp Sezgin Tanrıkulu’yla devam eden bir liste çıkarmak mümkün.
Esasında CHP ile BDP arasındaki siyasi geçmiş, ideolojik yakınlık ve isimler bazında oluşan geçişkenliği ya da benzeri konulardaki yakınlığı eleştirmek yerine, bu yakınlıktan sorunun çözümü maksimum faydalanmanın yollarına bakılabilir. İşte tam da bu türden bir katkının sağlanabileceği bir anda, Birgül Ayman Güler’in adeta bu birlikteliği sabote edecek tarzda açıklamalar yapmasını ‘zamanlaması’ açısından önemsiyor ve çok manidar buluyorum.
CHP’NİN KAFA KARIŞIKLIĞI
Sanırım bu yeni süreç, CHP ve BDP içindeki görüş ayrılıklarını körükleyecek. Süreçle birlikte CHP ve İşçi Partisi arasında kurulan ilişki bunu daha net bir biçimde ortaya koyuyor. Tablo oldukça açık. Her iki siyasi parti ve gelenek içinde çözümü isteyenler ve çözümsüzlüğü dayatanlar arasında ayrım berraklaşmak üzere. Benim kanımca, tarih Kılıçdaroğlu’na bonkörce davranmaya devam ediyor. O fırsatları elinin tersiyle teptikçe, önüne yeni imkânlar çıkarıyor. Kılıçdaroğlu’nun CHP tarihini biraz daha dikkatle okuması gerekiyor. Bilhassa 12 Mart muhtırası sonrasında yaşanan tartışmalarda muhtıracıları destekleyen İnönü’ye karşı çıkan Ecevit’e tarihin sunduğu imkân bu kez Kılıçdaroğlu’nun karşısında.
Vesayetçi yapı ve ondan beslenen sorunların çözümü konusunda atacağı adımlar Kılıçdaroğlu’nun siyasi kariyerini belirleyecek gibi. Önünde iki seçenek var. Ya sorunun çözümü için uzlaşmacı tavır sergileyip, elini taşın altına koyacak. Ki Kılıçdaroğlu yakın tarihte ‘Türkiye’nin neresine gitsem Kürt Sorununu çözün diyorlar. Genel Başkanlığıma mal olsa da bu sorunun çözümü konusunda geri adım atmayacağım. Bu sorunu çözülmeli’ diyerek bu sözleriyle partisinin içerisindeki ulusalcı kanada mesaj vermişti. Şimdi o kritik eşiğe gelip dayandı ya gerçekten ‘geri adım atmayarak’ CHP’nin gerçek lideri olacak ya da kolaycılığı seçecek, önüne sunulan bu imkanı yine elinin tersiyle itip kendisini ulusalcı ve vesayetçi kliklere teslim edecek. ‘Ayman Güler olayı’, hem zamanlama ve hem de içerik itibariyle CHP içinde Türkiye’nin sorunlarının çözümünü istemeyen ve hatta olası çözüm önerilerine engel olmak isteyen ulusalcı cephenin son ‘Ali Cengiz oyunu’. Aynı anda kamuoyunun gündemine gelen İşçi Partisi ve Sarıgül bağlantılarını bu şekilde okumak da mümkündür.
CHP içindeki bu ayrışmanın ideolojik olmadığı her geçen gün biraz daha açıklığa kavuşuyor. Eğer ideolojik olduğunu düşünürsek, Gürsel Tekin’in ‘merkez sağda siyaset yapmış bazı isimlerin yakında CHP’ye katılacağı’ yönündeki açıklamalarını algılamakta zorlanırız.
BDP’DEKİ AYRIŞMA
Aynı ayrışma BDP içinde de yaşanacak gibi. Kendilerini İşçi Partisi ve onunla ittifak halindeki ulusalcı güçlere teslim eden partililer çözümsüzlük için tahrik edici ve kaosu besleyici açıklamalara devam edecekler. Türkiye’de gerçekten saflar sıklaşıyor, daha da belirginleşiyor. Çözüm isteyen ama ideolojik farklılıklar nedeniyle ayrışanlar bir grup olarak ortaya çıkacak. Bunun karşısında ise hiçbir konuda çözümü istemeyen, ideolojik olarak farklı kutuplarda da bulunmuş olsa, sınıfsal anlamdaki tercihlerinden ötürü kaos ve çözümsüzlükten beslenenler bir grup olarak karşımıza çıkacaklar. 12 Eylül referandumu ile kısmen başlayan, 12 Haziran seçimleri ile devam eden bu hareketlilikte Kürt sorunu ve onunla ilintili olarak Anayasa sürecindeki tavırlar belirleyici olacak.
Birgül Ayman Güler’in uzun akademik geçmişi boyunca dile getirmediği bu kadar spekülatif önermeleri tam da İmralı görüşmelerinin devam ettiği ve sorunun çözümünün ilk defa bu kadar yakınmış gibi gözüktüğü bir ortamda dile getirmesi bana bu hareketliliğin artık bir koşu halini aldığı ve nihayete ermek üzere olduğu izlenimini verdi. Umarım yanılmıyorumdur.
11 Şubat 2013
Kaynak: http://www.yenisafak.com.tr/yorum/bdp-ve-chp-cozum-surecine-birlikte-katki-sunabilirler-484873