Bir taraftan Türkiye’nin önemli eksikliklerinden bir tanesinin demokratik yapıyı güçlendirecek işlevsel bir muhalefetin eksikliğinden bahsediyoruz, diğer yandan ise haftalık olağan siyasi tartışmalarımızın önemli bir kısmını CHP’yi tartışmaya ayırıyoruz. Bir tuhaflık var bu işte, ama hayırlısı inşallah…
Can Yücel’in ‘ne kadar reziliz o kadar iyiyiz’ mısrasındaki gibi ya da ‘reklamın iyisi kötüsü olmaz’ popülist mantığıyla çalışan bir PR şirketi CHP’yi gündemde tutmaya çalışsaydı ben de daha ne olsun, mevzu gündemde kalmak ise eğer gerisi teferruattır diye düşünebilirdim.
Maksat gündemde kalmak ve gündem yaratacak sözler sarfetmekse Cumhuriyet Halk Partisi’nin gerek lideri gerekse milletvekillerinin başarı hanesi oldukça iyi sayılır. Elbette kendilerine koşulsuz destek veren medyayı da unutmamak lazım.
Gerçi Kemal Kılıçdaroğlu, CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler’in tam da anadilde eğitimin tartışıldığı Meclis çatısı altında yaptığı ve konuşmanın özünde “Türk milleti ve Kürt milleti asla eşit değildir” cümlesi üzerinden kamuoyunda yürüyen CHP-ırkçılık ve faşizm ilişkisi tartışmalarının faturasını iktidar partisine ve medyaya kesti. Ama hakkını yememek lazım tüm bu tartışmalara hak verdirecek bir cümleydi Güler’in söyledikleri. Emin olun bu cümle bugün hala her fırsatta zikrettiğimiz Mahmut Esat Bozkurt’un o meşhur cümlesinde olduğu gibi üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin gündemde kalacak ve hatırlanacak türden bir ifade. Çocuklarımız, torunlarımız yıllar sonra “CHP diye bir parti varmış, onun sosyal bilimler alanında profesör olmuş bir milletvekili böyle bir cümle sarf etmiş” diye hatırlayacaklar. Bir PR’cı için bundan daha büyük bir başarı olabilir mi?
Partisini bilmeyen parti başkanı
Şaka bir yana demokrasilerde bir muhalefet partisinden beklenen hiçbir işlevi yerine getiremeyen ana muhalefet partisi bugünlerde yine oldukça hararetli bir tartışma ile gündemde. Aslında siyasal partilerin homojen olmalarını beklemek demokrasinin doğasına aykırı. Her siyasi partide asgari müştereklerde bir araya gelen, fakat farklı çözüm önerileri olan siyasetçilerin olması gayet doğal. CHP grubu da aslında böyle, asgari müştereklerde bir araya gelmiş bir koalisyon. İşin tuhaf noktası bu birlikteliğin asgari müştereğinin ideolojik olmaması, bilakis araçsal bir birliktelik olması nedeniyle sıklıkla çatırdıyor. Tıpkı II. Abdülhamit’i alaşağı etmek ortak noktasında bir araya gelen Jön Türkler gibi. Ya kendileri çatlıyor, ya da hafazanallah iktidara gelseler ülkeyi ve milleti çatlatacaklar gibi bir görüntü sergiliyorlar. Hal böyle olunca arada gerçek düşünce ve duruşlarını sergileyen siyasetçiler sanki hain gibi algılanıyorlar. Daha güncel bir benzetme yapmak gerekirse CHP çok pahalı ve oyun anlayışları farklı bir futbol takımına benziyor. Her biri kendi alanında ünlü bir sporcu, ama bir araya geldiklerinde skandal bir oyun çıkarıyorlar. Seyretmek eğlenceli, ama şampiyon olmaları tamamen imkansız.
Tartışma içinde dikkat çeken tuhaf açıklamalardan birini de CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu yaptı. Tuhaflık şuradaki, Kılıçdaroğlu genel başkanı olduğu siyasal hareketin geçmişi hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığını gösteren bir açıklama yaptı. Her fırsatta partisinin geçmişi ile övünç duyduğunu tekrarlamakta beis görmüyor. Bazen bilgisizlikten, bazen de bilmiyor gibi davranmanın ahlaki ve siyasi bir sorun olduğuna aldırış etmeden CHP tarihinden kendince gurur duyduğu anekdotlar zikrediyor.
Daha önce buna benzer bir polemik ile ilgili olarak partisi CHP’nin “kirli parayla” ve “haram parayla” işi olmadığı mealinde sözler söylemişti. Yine Açık Görüş sayfalarında bu söze atfen TBMM tutanakları üzerinden bazı tartışmalar aktarmış ve Başbakan Menderes’in CHP’nin mal varlığının “Yüzde 96’sı gaspa dayanıyor” cümlesini zikretmiştim. Daha sonra da, Kılıçdaroğlu’nun sözlerini ünlü bir zenginin “Servetimin tek kuruşunun dahi verilmeyecek hesabı yoktur… ilk beş yıl hariç” sözlerine benzetmiştim. Irkçılık tartışmalarındaki açıklamalarıyla da Kılıçdaroğlu aynen böyle davrandı.
Birgül Ayman Güler’in TBMM kürsüsünden kullandığı dil ile ilgili polemiklere cevap verirken takındığı tavır ve kullandığı argümanlar da bunun yeni örneği.
“Irkçılık bu partide olmamıştır ve olmayacaktır. Bu ülkede yaşayan 74 milyon yurttaşı aynı derecede yurtsever kabul ederiz. Kimsenin kimliğine, inancına müdahale etmeyiz. Kimliğine de inancına da saygı duyarız. Duymayan kulaklara buradan bir kez daha seslenmek istiyorum, bu ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kuran parti CHP’dir ama din ticareti yapan parti CHP değildir. Onun için bizim görevimiz ve sorumluluklarımız diğer siyasal partiler gibi değildir.
Tarihimizin bize yüklediği bir sorumluluk vardır. O sorumlulukla hareket ediyoruz. Doğudaki, batıdaki, kuzeydeki, güneydeki yurttaş, sorunlar çözümsüz olduğu zaman, gözlerini CHP’ye çevirir.”
Neresinden tutsanız elinizde kalacak bir açıklama. Ama bu yazının konusu CHP’nin ırkçılık ve faşizmle ilişkisi hakkındaki kirli geçmişi ile kurulan bağlantı. Altını tekrar çizmek istiyorum, Kılıçdaroğlu bu konuşmasında ve konu ile ilgili tüm açıklamalarında bütün Türkiye’nin gözünün içine bakarak “ırkçılık bu partide olmamıştır” dedi.
CHP’li yıllardan örnekler
Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarının ne kadar inandırıcı olduğu hakkında yorum yapmaya gerek yok. Ama tarihe not düşmek adına özellikle cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan bazı politikaları hatırlatmakta yarar olduğunu düşünüyorum. Bu konuda bilhassa nüfusun homojenleştirilmesi bağlamında dile getirilen politika önerileri ve olaylardan bir kısmının altını çizmek gerek.
Bir parti düşünün devri iktidarında kanun çıkaracak ve memur istihdamını ırkçı bir bakış açısı ile gerçekleştirecek. Malum 18 Mart 1926 tarih ve 788 sayılı Memurin Kanunun 4. Maddesi memur olabilmenin ilk koşulu olarak “Türk olmak” şartını getirmiştir.(Bkz. Düstur Üçüncü Tertip, c. 7, s. 667) Şimdi bu partinin genel başkanı bizim tarihimizde ırkçı ve faşizan uygulamalar olmamıştır, diyor.
Bir parti düşünün nüfusunun, yani vatandaşlarının önemli bir kısmını etnik farklılıklar nedeniyle mübadele kapsamında değerlendirmiştir. 30 Ocak 1923 tarihin imzalanan “Türk ve Rum Nüfus Mübadelesine Dair Sözleşme ve Protokol” çerçevesinde Anadolu’dan toplam 1.200.000 Anadolu Rum’u Yunanistan’a giderken buna karşılık 400.000 Balkan Müslümanı Türk Anadolu’ya gelmiştir. Ki bu kişiler için dönemin ilgili bakanı: “İtiraf ediyorum ki; gidenlerle gelenlerin şeraiti hayatiye (hayat şartları) ve iktisadiyesi müsavi (eşit) değildir. Gidenler ekseriyet itibariyle esnaf ve tüccar, gelenler ekseriyet itibariyle rençberdirler. Efendiler gelenlerin ekseriyeti azimesi (büyük çoğunluğu) köylüdür, gidenlerin ekseriyeti azimesi şehirlidir.” cümlelerini kullanmıştır. Ekonomide Türkleştirme adına yapılan diğer faşizan uygulamalar da cabası. Şimdi bu partinin genel başkanı bizim geçmişimizde faşizm ve ırkçılık olmamıştır diyor.
Bir parti düşünün mübadele ile gönderdiği hali vakti yerinde vatandaşların geride bıraktıkları mal varlıklarını “emval-i metruke” olarak tanımlanmış ve büyük çoğunluğunun “devletlüler” arasında yağmalanmasına rıza göstermiştir. Geçmişte bu tür uygulamaları yapan siyasi partinin genel başkanı bugün, “bizim geçmişimizde ırkçılık yoktur” diyebiliyor.
Bir parti düşünün vatandaşları arasında etnik ve dini ayrımcılık yaparak, bazı vatandaşlarının servet kazanmasını engelleyici politikalar üretip, vergiler koymuş. 1934 yılında Batı Trakya’da yaşayan Musevi vatandaşlarımıza karşı uygulanan yıldırma ve tehcir örneğinde olduğu gibi. Ya da Varlık Vergisi örneğinde olduğu gibi. Tüm bu ırkçı ve faşizan uygulamaların sahibi olan partinin bugünkü genel başkanı bunları duymamıştır sanırım.
Bu memleketin efendisi mi var?
Bir parti düşünün o partinin genel sekreteri (bugünkü anlamıyla ki genel başkan vekili statüsündedir) Almanya’da Nazi parti teşkilatlarında ziyaret ve temaslarda bulunup, hayranlıklarını dile getiriyor. Parti ileri gelenleri katıldıkları Hitler’in doğum günü partisinde “bizim akıl hocalarımız” biçiminde tanıtılıyorlar. Ama aynı partinin genel başkanı bugün, “bizim tarihimizde ırkçılık olmamıştır.” diyebiliyor.
Bir parti düşünün Musevi vatandaşların ticari alanlarını uzun uzadıya eleştirdiği bir yazısını “Aman Yarabbi, diyorsunuz, vatanımın nimetlerini bir nebzecik tatmak için bana Yahudi vatandaşsız bir bucak ihsan et!” cümlesiyle bitiren bir yazarı milletvekili yapıyor. Bir parti düşünün “Benim fikrim, kanaatim şudur ki, dost da düşman da dinlesin ki bu memleketin efendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır.” cümlesini kullanan bir mensubunu Adalet Bakanı yapıyor. Bugünkü CHP genel başkanı da aynı ismin adalet anlayışına övgüler düzüyor. Yetmiyor bizim tarihimizde ırkçılık yoktur diyebiliyor.
Daha Kürtler ve Aleviler’e gelmedik. Hele dindarlara yönelen faşizan uygulamalardan hiç bahsetmedik. Bir parti lideri düşünün tüm bu yaşanmışlıkları bir tarafa bırakıp bizim tarihimizde “ırkçılık”, “ayrımcılık” yok; “bizim tarihimiz tertemiz” diyebiliyor. Aynı parti içinden bazı isimler çıkıp bütün bu aksayan unsurların temelinde kendilerine ait bazı kusurların bulunduğunu ikrar ediyor. Ama değişimden ve ağırlıklarından kurtulmaktan bahseden genel başkan onları tard ediyor, yalanlıyor. Sizce de bu işte bir tuhaflık yok mu?
9 Şubat 2013
Kaynak: http://www.yirmidorthaber.com/acikgorus/chpnin-irkcilik–ve-fasizm-ile-imtihani/haber-726232